Beklenen bu saldırı, Çanakkale Boğazı’ndan geldi.
O dönemde İngiliz Deniz Bakanı olan ünlü devlet adamı Winston Churchill’in önerisi üzerine ülkesi diretince, Çanakkale üzerinden Türkiye’ye eşi görülmemiş bir saldırıya geçildi. Amaçjstan- bul’u alarak Türkiye’yi savaş dışında bırakmak, ayrıca Boğazlardan Karadeniz’e çıkarak Ruslarla doğrudan ilişki kurmak, onlara araç ve silah yardımı yapmaktı. Böylece Süveyş Kanalı ve Hindistan yolu üzerindeki Türk baskısının kesin şekilde ortadan kaldırılması düşünülüyordu.
İngilizlerin ilk saldırısı, 3 Kasım 1914 günü başladı. 19 Şubat 1915’te Settülbahir ve Kumka- le tabyaları darmadağın edildi. 25 Şubat günü saldırı yinelendi. Karaya çıkan askerler, tabyaları yok etme işini tamamladılar. Dış savunmanın düşmesi, bazı ülkelerde büyük sevinç yarattı. Sonuca kolaylıkla ulaşacaklarına inanan İngilizler ve Fransızlar, Boğazları Ruslara vermeyi bile kararlaştırdılar.
Saldırının ikinci aşaması, Marmara Denizi’ne geçmeyi hedef alıyordu.
İngiliz ve Fransız savaş gemileri, orta savunma tabyalarına sürekli bomba yağdırdılar, dış hatlara asker çıkardılar, boğazdaki mayınları temizlediler. Fakat 7 -8 Mart gecesi Nusret mayın gemisi, düşmana sezdirmeden Karanlık Limana yeniden mayın döşemeyi başardı. 18 Mart günü düşmanın 16 savaş gemisi boğaza girerek tabyalara aralıksız ateş yağdırdı. Ancak mayınlara çarpan, bataryaların sert ateşiyle karşılaşan gemilerin çoğu battı, kalanlar da ağır yaralar aldı. Kurtulabilen gemiler, çekilmek zorunda kaldılar.
Çanakkale’nin karadan yardım olmadıkça geçilemeyeceğini anlayan İngiliz ve Fransızlarla, AvustralyalIlar ve Yeni ZelandalIlardan oluşan Anzak Ordusu, 25 Nisanda 70 bini bulan büyük bir güçle Settülbahir ve Arıburnu bölgesinde karaya çıktılar. Düşman güçleri 109 savaş gemisi, 308 taşıt gemisi ve özel çıkartma araçları ile desteklendi.
Bazı yerlerde başarılı olan çıkartmadan kesin bir sonuç gene alınamadı. Düşman, tüm girişimlerinde başarısız kaldı ve geri püskürtüldü. Burada ki savaşlar çok kanlı geçti. Settülbahir’de 26 Nisan günü top ateşiyle başlayan saldırıda, 1 Mayıs gecesine kadar Türkler 16 bin, İngilizler ise 14 bin kişi yitifdiler. Fransızların 6 – 8 Mayıs arasında
Alçıtepe’ye 50 bin kişilik bir güçle giriştikleri saldırı da geri püskürtüldü. Ancak 500 metre iler- leyebilen düşman, 20 bin ölü bırakmak zorunda kaldı.
Arka arkaya başarısızlığa uğrayan ve hükümette bazı bakanların değiştirilmesini gerekli gören İngilizler, savaşı sürdürmeye karar verdiler. 4 Haziranda Fransızlarla birlikte 50 bin kişilik bir orduyu saldırıya geçirdiler. Yoğun top ateşiyle desteklenen bu saldırıya 25 bin kişilik Türk Ordusu karşı koydu. Çanakkale’nin bu en kanlı savaşında zırhlı araçlar da kullanıldı. Ama düşman gene ilerleme sağlayamadı. 10 Ağustos günü Anafartalar’a çıkan düşmana karşı süngülü saldırıyı, Mustafa Kemal yönetti. Savaş zaman zaman boğaz boğaza beş gün, beş gece sürdü. Siperlerde bastırılan İngilizler, çok ağır kayıplar verdiler ve Conkbayırı’ndan kıyıya kadar kovalanarak atıldılar. Savaş sırasında patlayan bir top mermisinin parçası Mustafa Kemal’in göğsüne çarptı ama, cebinde bulunan saat, bu büyük insanın yaşamını kurtardı.
Çanakkale Boğazı’nı üç günde kolayca geçeceklerini düşünen düşman güçleri, kasım ayında yeni bir sürprizle karşılaştılar. Hava bozup kar ve yağmur fırtınası başlayınca, siperleri basan sularda pek çok asker boğularak can verdi. 1915 yılının 19 – 20 Aralık gecesinden başlayarak bölge gizli gizli boşaltıldı.
Sekiz ay 14 gün süren çetin savaşlar sırasıda iki tarafın da kayıpları çok büyük oldu. Churchill’in daha sonra yazdığı öğünlerle ilgili anılarında bildirdiğine göre, İngilizler 200 bin ölü, ayrıca on binlerce yaralı ve esir verdiler. Hastalanan 90 bin kişi de ülkelerine geri yollandı. Fransızların ölü sayısı 47 bin kişiyi buldu. Türklerde ise ölen, yaralanan ve hastalananların sayısı 252 bin kişiydi. Bunların çoğu, yedeksubay olarak askere alınan aydın gençlerdi.
Mustafa Kemal, böylesine gerçeklerden uzak bir Alman subayının komutası altında bulunmaktan huzursuzluk duyuyordu. Göreve başladıktan sonra Von Falkenhayn’ı açık açık eleştirmekten, onun tasarılarını kendi subayları önünde yermekten çekinmedi. Görüşlerini Halep’te, Enver Paşa’ nın da katıldığı bir ordu komutanları toplantısında aynı şekilde savundu.
Uyarılarının etkisiz kaldığını gören Mustafa Kemal, ülkenin içinde bulunduğu durumu tüm gerçekliği ve açıklığı ile dile getiren bir rapor hazırladı. 20 Eylül 1917 tarihinde bu raporun bir kopyasını İstanbul’da Hükümet Başkanı Talât Paşa’ya, ikinci kopyasını ise Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya gönderdi. Bu uzun ve ayrıntılı raporun hazırlanmasına İsmet Bey (İnönü) de yardımcı oldu.
Raporunun başında Türk halkının savaştan bıktığını belirten Mustafa Kemal, şöyle diyordu:
“Şimdiki Türk Hükümeti ile ulus arasında hiç bir bağ kalmamıştır. Gerçekte ulusumuz, hemen hemen yalnızca kadınlardan, çocuklardan ve sakatlardan oluşmaktadır. Herkesin gözünde hükümet, kendilerini zorla açlığa ve ölüme süren bir güçtür. Devlet örgütü, saygı uyandırma özelliğinden yoksundur. Yönetim anarşi içindedir. Atılan her adım, halkın hükümete karşı duyduğu derin nefreti arttırmaktadır. Tüm memurlar rüşvet almakta, her türlü yolsuzluğu yapmaktadır. Adalet düzeni işlemez duruma gelmiştir. Güvenlik güçleri çalışamamaktadır. Ekonomik yaşam korkunç bir hızla çökmektedir. Ne halk, ne de devlet memurları geleceğe güvenebilmektedirler. Yaşamı sürdürebilme çabası yüzünden en iyi ve en dürüst kişiler bile her türlü kutsal duyguyu unutmuştur. Savaş daha uzun sürerse, hükümet ve padişahlığın çökmeye yüz tutan yapısı, birdenbire paramparça olacaktır.”

Mustafa Kemal daha sonra ordunun durumunu açıklıyordu. Raporunda bildirdiğine göre birliklerin çoğu,gereken güçlerinin beşte birine inmişti. Yedinci Ordu’nun İstanbul’dan gönderilen bir tümeni, yarısı ayakta bile duramayacak kadar zayıf erlerden oluşuyordu. En iyi örgütlenmiş tümenler bile, erlerin kaçması ya da hastalanması yüzünden, daha cepheye varmadan yarı yarıya azalıyordu.
Mustafa Kemal, durumun düzeltilebilmesi için şu önerilerde bulunuyordu:
“Bu konuda yapılacak en önemli iş, toplu savunma önlemleri olmalı, askerlerin yaşamını mümkün olduğu kadar ölümden korumayı öngör – melidir. Yabancı devletlerin çıkarı için tek bir er bile verilmemelidir. Türkiye’nin hizmetinde hiçbir Alman çalışmamalıdır. Türk Ordusu’nun elde kalanı da bir von Falkenhayn’ın kişisel hırsları yüzünden çılgınca tehlikeye atılmamalıdır. Almanların bu savaşı, Türkiye’yi el altında bir sömürge durumuna düşürünceye kadar uzatmalarına fırsat verilmemelidir.”
Mustafa Kemal, komutanlık görevinin bir Türk subayına verilmesinde diretiyordu. Ayrıca, Avru-
fıa’daki tüm Türk güçlerinin geri çekilmesini ve ngilizlerin hazırladıkları saldırıya karşı Suriye’nin savunulmasını gerekli görüyordu. Mareşal Von Falkenhayn’dan mutlaka yararlanılmak isteniyorsa, bir Türk komutanının emrinde görev yapması daha doğru olurdu. Kendisi de rütbe yitirmeyi göze alarak, kurulacak böyle bir komuta düzeni içinde yer almaya hazırdı. Bu önerileri kabul edilmeyecekse, Yedinci Ordu Komutanlığı’ndan alınması daha doğruydu.
Bu sert uyarı ve öneriler, yönetimdeki kişileri kızdırmıştı. Onu Yıldırım Orduları Grubu’ ndan aldılar. Yeni görev yeri Diyarbakır’daki İkinci Ordu Komutanlığını da red edince, kendisine bir ay izin verdiler.
Bu arada Suriye’deki olaylar, Mustafa Kemal’in daha önce tasarladığı gibi gelişti. Düşünülen ünlü “Yıldırım saldırısı” sözde kaldı. Türkler daha girişimde bulunmadan, İngilizler Sina Cephesi’ne saldırdılar. Von Falkenhayn, bu saldırıyı önleyecek kadar bile hazırlıklı değildi. Kıyıdaki Gazze Cephesine yöneltileceği sanılan saldırı, içerideki Birüsseba Cephesi’ne yapıldı ve savunma hattı çok kısa bir süre içinde yarıldı. Çok şiddetli bir topçu ateşiyle püskürtülen Türkler, yedek güçlerini zamanında getirip ikinci bir savunma hattı kurmayı başaramadılar. Böylece, Mekke ve Bağdat’tan sonra Kudüs gibi diğer
İnceleme Bırak