Birinci Dünya Savaşı barış istekleri

Bu Önemli gelişmelerden başka, 1917 yılında bazı barış istekleri de dikkati çekti. Ancak tüm girişimlerden olumlu bir sonuç alma olanağı bulunamadı.

İlk istek, Avusturya-Macaristan’dan geldi. Savaşın ağır sonuçları, bu ülkede de tepkilere yol açmış, içte karşıtlığı güçlendirmişti. Tekerklik (monarşi) düzeni sarsıntı geçiriyordu. İslavlar yönetimden ayrılmışlar, ilk olarak Çekler kitle biçiminde ülkeyi terk etmişlerdi. Masaryk sürgünde bir Çek devleti kurmuştu. Sosyalist Friedrich Adler’in 21 Ekim 1916’da Başbakan Stürgkh’ü öldürmesi, karşıtlığın ne denli şiddetlendiğini gösteriyordu. 2 Kasım 1916’da İmparator

Franz Joseph ölünce, yerine yeğeninin oğlu arşidük I. Karl geçti.

I. Karl, çökmek üzere olan tekerklik düzenini kurtarmak için federal yönetim biçimini yumuşatmaya yöneldi. Ayrıca, kayınbiraderi olan ve Poincare’nin yanında bulunan Borbones de Parma ailesinden Prens Sixte de Bourbon aracılığı ile 1917 baharında Almanya’dan gizli olarak İngiltere ve dostlarına barış önerisi yaptı. Ama yalnızca Avusturya-Macaristan’ın işine gelen bir uzlaşma kabul edilmedi. Genel bir barışın hazırlığı izlenimini veren bu girişimi öğrenen Almanlar, kesin biçimde karşı çıktılar. İstedikleri tüm yararları elde edemeyeceklerini düşünen İtalyanlar da barışı istemediler. Böylece girişim başarısızlıkla sonuçlandı.

İkinci barış isteği, ağustos ayının başında Papa XV. Benedictus’den geldi. Savaşın başında taraflardan her biri kendisinden karşı tarafın kınanmasını istemiş, buna karşı çıkan Papa, yalnızca savaştan zarar görenlere yardım etmeye çalışmıştı. Papanın barış çağrısı, iki tarafça da elverişsiz bulundu. İngilizler ve dostları, durumlarını hissedilir biçimde iyileştireceklerini, böylece savaşı kazanacaklarını umuyorlardı. Almanlar ise savaştan kazançlı çıkabileceklerini düşünüyorlardı. Bu nedenle her iki taraf da savaşı durdurmak ve yıkımı önlemek konusunda hiç bir özveride bulunmadılar. Barış çağrısına uyulmadı.

Bu arada, savaşın sürüp gitmesiyle yıpranan ülkelerde birbiri ardı sıra hükümet bunalımları patlak verdi. Almanya’da ta başından beri savaşa karşı çıkan, ancak genelkurmayın tutumu nedeniyle bu yola gidilmesini önleyemeyen başbakan Theobald von Bethmann-Hollvveg, 12 Temmuz 1917’de görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Bethmann-Hollvveg savaş döneminde batıdaki saldırılarda yeni devletlerin ele geçirilmesi siyasetine ve denizaltı savaşlarının başlatılmasına da razı olmamış, ancak isteğini kabul ettirememişti.

Bu dönemden sonra Almanya’da hükümet kurulamadı, bunalımlar sürüp gitti, özellikle askerlik alanındaki başarısızlıklar hoşnutsuzluğu arttırdı. Gereksinmelerin yeterince karşılanamaması, ekmeğin bozulması, maden işçilerinin askere alınması yüzünden üretimin düşmesi, ekonomik ablukanın etkisiyle büsbütün ağırlaşan bezginlik üzerine Berlin’de grevler başladı. Halkın huzursuzluğunu önlemek mümkün olmadı.

Fransa’da ise bunun tam tersi oldu. İç politikadaki karışık bir dönemden sonra yönetime gelen Georges Clemenceau, başbakanlığı üzerine aldı ve tüm engelleri ortadan kaldırmaya kararlı tutumu ile ülkede huzuru sağlamayı başardı. Birinci Dünya Savaşı’nın en kritik devresinde genelkurmayın girişimlerini etkili biçimde destekledi, orduya büyük ölçüde yardımcı oldu.

Böylece Fransa’da huzuru sağladı.

1917 yılının diğer önemli siyasal olayı ise, İngiltere’nin Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasını uygun gördüğünü açıklayan Balfour Bildirisi oldu. Aslında, Filistin’de bağımsız bir Yahudi devleti kurulması ve tüm dünyadaki Yahudileri tek bayrak altında toplamak düşüncesi, 19’uncu yüzyılın sonlarında doğmuştu. Birleşik Amerika ve Avrupa ülkelerinde hızla yayılan bu görüş tüm gözleri, Filistin topraklarını elinde bulunduran Osmanlı İmparatorluğuma çevirmişti.

Bu amaçla Odesa’da bir örgüt kurulmuştu. Birinci Dünya Savaşı’nda ve ondan önceki yıllarda Filistin’de pek az olan Yahudiler, bu ülkülerini gerçekleştirememişlerdi. Ancak Birleşik Amerika ve Avrupa’nın zengin Yahudilerinden sağlanan yardımlarla 1914’de Filistin’de küçük bir koloni kurulmuştu. Filistin’i elinde bulunduran İngiltere, türlü siyasal düşüncelerle bağımsız bir Yahudi devletinin kurulmasını üstüne almıştı.

Avrupa ve Birleşik Amerika’da yerleşen Yahudilerin Filistin’e göç etmeleri işinde ön ayak olmuştu. 19’uncu yüzyılın ortalarında başlayan, ama Akdeniz uluslarına karşı tutumu yüzünden düşüncelerini açığa vuramayan İngiltere ve.Birleşik Amerika, Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmeye başladığı yıllarda ortaya atılmışlardı, önce Mısır’ı, sonra da Filistin’i ele geçirince, bağımsız bir Yahudi devletinin kurulması yolundaki çalışmalarını ilerletmişlerdi.

Hem zamanın elverişli oluşundan, hem de Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu kötü durumdan yararlanmayı iyi bilen İngiltere, Arapların da yardımı ile Filistin topraklarında üslenince, bu konuda daha kolay başarı sağlama yolları buldu. 1917 yılının Kasım ayında İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour, Filistin’de bir Yahudi ulusal yerleşmesini öneren ünlü bildirisini yayınladı. Böylece Güney Filistin’de bir asker yönetimi düzeni kuruldu ve günümüzdeki İsrail’in ilk temeli atıldı.